(OTUZUNCU LEM'ANIN İKİNCİ NÜKTESİ)
İşte gel, Güneş ile muhtelif on iki seyyarenin muvâzenelerine bak. Acaba bu muvazene, Güneş gibi, Adl ve Kadîr olan Zât-ı Zülcelâl'i göstermiyor mu?
Ey israflı, iktisadsız.. ey zulümlü, adâletsiz.. ey kirli, nezâfetsiz bedbaht insan! Bütün kâinatın ve bütün mevcudatın düstur-u hareketi olan iktisad ve nezafet ve adaleti yapmadığından, umum mevcudata muhalefetinle, mânen onların nefretlerine ve hiddetlerine mazhar oluyorsun. Neye dayanıyorsun ki: Umum mevcudatı zulmünle, mîzansızlığınla, israfınla, nezafetsizliğinle kızdırıyorsun?
Evet, İsm-i Hakîm'in cilve-i âzamından olan hikmet-i âmme-i kâinat, iktisad ve israfsızlık üzerine hareket ediyor. İktisadı emrediyor. Ve İsm-i Adl'in cilve-i âzamından gelen kâinattaki adalet-i tâmme, umum eşyanın muvazenelerini idare ediyor. Ve beşere de adaleti emrediyor. Sûre-i Rahmân'da:
وَاَقِيمُوا الْوَزْنَ بِالْقِسْطِ وَلاَ تُخْسِرُوا الْمِيزَانَ
âyetindeki dört mertebede, dört nevi mîzana işaret eden dört defa "mîzan" zikredilmesi, kâinatta mîzanın derece-i azametini ve fevkalâde pek büyük ehemmiyetini gösteriyor. Evet, hiçbir şeyde israf olmadığı gibi, hiçbir şeyde de hakikî zulüm ve mîzansızlık yoktur. Ve ism-i Kuddûs'ün cilve-i âzamından gelen tanzif ve nezafet, bütün kâinatın mevcudatını temizliyor, güzelleştiriyor. Beşerin bulaşık eli karışmamak şartiyle, hiçbir şeyde hakikî nezafetsizlik ve çirkinlik görünmüyor!..
İşte, hakaik-i Kur'aniyeden ve desâtir-i İslâmiyeden olan "adâlet, iktisad, nezafet" hayat-ı beşeriyede ne derece esaslı birer düstur olduğunu anla. Ve ahkâm-ı Kur'aniye ne derece kâinatla alâkadar ve kâinat içine kök salmış ve sarmış bulunduğunu.. ve o hakaikı bozmak, kâinatı bozmak ve suretini değiştirmek gibi mümkün olmadığını bil!. Ve bu üç ziya-yı âzam gibi; rahmet, inâyet, hafîziyyet misillû yüzer ihâtalı hakikatlar Haşri, Âhireti iktiza ve istilzam ettikleri halde, hiç mümkün müdür ki: Kâinatta ve umum mevcudatta hükümferma olan rahmet, inâyet, adalet, hikmet, iktisad ve nezafet gibi pek kuvvetli ihâtalı hakikatlar; Haşrin ademiyle ve âhiretin gelmemesiyle merhametsizliğe, zulme, hikmetsizliğe, israfa, nezafetsizliğe, abesiyete inkılâb etsinler? Hâşâ..yüzbin defa hâşâ.
Bir sineğin hakk-ı hayatını rahîmane muhafaza eden bir rahmet, bir hikmet; acaba Haşri getirmemekle umum zîşuurların hadsiz hukuk-u hayatlarını ve nihayetsiz mevcudatın nihayetsiz hukuklarını zâyi eder mi? Ve tâbiri câiz ise, rahmet ve şefkatte, ve adalet ve hikmette hadsiz hassasiyet ve dikkat gösteren bir haşmet-i Rubûbiyyet.. ve kemâlâtını göstermek ve kendini tanıttırmak ve sevdirmek için bu kâinatı hadsiz hârika san'atlariyle, ni'metleriyle süslendiren bir saltanat-ı Ulûhiyyet böyle hem umum kemâlâtını, hem bütün mahlûkatını hiçe indiren ve inkâr ettiren Haşirsizliğe müsaade eder mi; hâşâ!. Böyle bir cemâl-i mutlak, böyle bir kubh-u mutlaka bilbedahe müsaade etmez.
Evet, âhireti inkâr etmek istiyen adam, evvelce bütün dünyayı bütün hakaikıyle inkâr etmeli. Yoksa, dünya bütün hakaikıyle, yüzbin lisanla onu tekzib ederek bu yalanında yüzbin derece yalancılığını isbat edecek. Onuncu Söz kat'i delillerle isbat etmiştir ki: Âhiretin vücudu, dünyanın vücudu kadar kat'î ve şüphesizdir..